Spor, bugün yalnızca bir fiziksel aktivite değil, aynı zamanda daha sürdürülebilir bir geleceğin de taşıyıcı gücü olarak görülüyor. Çünkü spor alanları; çevresel etkileri yönetmekten toplumsal kapsayıcılığı güçlendirmeye kadar geniş bir sürdürülebilirlik ekosistemini içinde barındırıyor. Enerji verimliliği yüksek spor tesisleri, atık yönetimi uygulamaları, yenilenebilir enerji kullanımı ve düşük emisyonlu ulaşım çözümleri çevresel sürdürülebilirliği desteklerken; kadınların, çocukların ve engelli bireylerin spora eşit erişimi sosyal sürdürülebilirliği güçlendiriyor. Böylece sporun ritmi hem gezegenimizi koruyan hem de toplumun her kesimine katılım fırsatı sunan kapsayıcı bir gelecek inşa ediyor.
Büyük stadyumlarda kullanılan enerji, antrenman tesislerinin su tüketimi, müsabakalara yönelik ulaşım trafiği ve tek kullanımlık malzemeler sporda karbon ayak izinin önemli bileşenleri arasında sayılıyor. Bu nedenle spor dünyası son yıllarda çevresel sürdürülebilirliği işin ayrılmaz bir parçası olarak ele alıyor. Pek çok kulüp, federasyon ve şehir artık spor alanlarında yenilenebilir enerji kullanıyor, aydınlatma sistemlerini enerji verimli teknolojilerle yeniliyor, su kullanımını azaltan çözümler uyguluyor.
Uluslararası sivil toplum kuruluşu Scientists for Global Responsibility (SGR) ve New Weather Institute tarafından yayımlanan “Kirli Oyun: Futbolun Artan Karbon Ayak İzi” başlıklı rapora göre, futbol sektörü yılda 64–66 milyon ton karbondioksit eşdeğeri seviyesinde bir küresel karbon ayak izi üretiyor. Bu değer, orta ölçekli bir Avrupa ülkesinin yıllık emisyonuna yakın bir büyüklüğe karşılık geliyor. Rapora göre, özellikle büyük liglerdeki maç günleri; stadyum kullanımı, yayın operasyonları, tedarik zinciri ve seyahat trafiği bir araya geldiğinde maç başına yaklaşık 1.700 ton karbondioksit eşdeğeri salıma ulaşabiliyor. Bu veriler spor tesislerinde enerji verimliliği, yenilenebilir enerji kullanımı ve düşük emisyonlu ulaşım çözümlerinin neden kritik olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu alandaki dönüşüme dair dikkat çekici örnekler arasında Oslo’daki Ullevaal Stadyumu yer alıyor. Stadyum, “dünyanın en büyük dikey güneş paneli çatısı”na sahip. Çatısında 1.242 güneş paneli bulunan Ullevaal Stadyumu’nun yıllık en az 250.000 kilovatsaat (kWh) elektrik üretme hedefi bulunuyor, bu rakam 71 hanenin bir yıllık elektrik ihtiyacını karşılayacak enerjiye denk geliyor. Bristol’deki
Ashton Gate Stadyumu ise çatısındaki fotovoltaik panel sistemiyle yılda yaklaşık 96 MWh elektrik üreterek enerji ihtiyacının önemli bir kısmını yenilenebilir kaynaklarla karşılıyor. Stadyum, bölgenin en büyük iki spor takımının yanı sıra çok sayıda konferans ve etkinliğe de ev sahipliği yapıyor. Güneş enerjisi santrallerinin kurulumu, stadyumun çevre dostu bir şekilde işletilmesini sağlarken aynı zamanda işletme maliyetlerini de düşürüyor. Benzer biçimde, farklı ülkelerde birçok stadyumun güneş enerjisi panelleriyle elektrik ürettiği biliniyor; bu da spor dünyasında yenilenebilir enerji kullanımının artık küresel bir eğilim haline geldiğini gösteriyor.
Spor, toplumların sosyal yapısını etkileyen güçlü bir alan. Bu nedenle sosyal sürdürülebilirlik yaklaşımı, sporun eşitlik, kapsayıcılık ve toplumsal güçlenme için önemli bir araç olduğunu ortaya koyuyor. Kadınların, gençlerin ve engelli bireylerin spora eşit erişimi; güvenli, erişilebilir spor alanları tasarlamak bu yaklaşımın temelini oluşturuyor.
Birçok uluslararası spor organizasyonu, tesislerini erişilebilirlik kriterlerine uygun hale getirerek farklı ihtiyaçlara sahip bireylerin güvenli ve bağımsız şekilde spor yapabilmesini destekliyor. Rampalar, işaretlemeler, sesli yönlendirmeler, tribün erişilebilirliği ve özel oturma alanları gibi çözümler, spor alanlarının fiziksel erişilebilirliğini artırıyor. Buna paralel olarak kulüpler ve federasyonlar tarafından kadınların spora katılımını destekleyen programlar hayata geçiriliyor; fırsat eşitliği, temsiliyet ve güvenli spor ortamları odağa alınıyor.
Gençler için sporun güçlendirici yönü ise ayrı bir önem taşıyor. Spor, gençlerin sosyal becerilerini geliştirirken; takım çalışması, dayanıklılık, özgüven ve sorumluluk bilinci gibi kazanımlara zemin hazırlıyor. Bu nedenle spor alanlarının kapsayıcı ve güvenli ortamlar olarak tasarlanması sosyal sürdürülebilirliğin olmazsa olmaz bir parçası hâline geliyor.
Kadınların ve kız çocuklarının spora katılımını güçlendiren küresel örneklerden biri de Women Win tarafından yürütülen
GRLS. Program, sporun dönüştürücü gücünü kullanarak ergenlik dönemindeki kız çocuklarının liderlik becerilerinden özgüven gelişimine, toplumsal katılımdan şiddetten korunmaya kadar geniş bir yelpazede güçlenmesini hedefliyor. Women Win’in resmî açıklamalarına göre GRLS, 100’den fazla ülkede yerel kurumlar ve topluluklarla iş birliği içinde uygulanıyor ve milyonlarca kız çocuğuna güvenli spor alanları, oyun temelli öğrenme araçları ve hak temelli eğitim içerikleri sunuyor. Bu yaklaşım, kız çocuklarının spora erişimini yalnızca fiziksel bir katılım olarak değil; eşitlik, temsil ve insan hakları perspektifiyle ele alıyor. Böylece spor, genç kızların yaşamlarında ekonomik, sosyal ve duygusal açıdan kalıcı bir güçlenme sağlayan sürdürülebilir bir araç haline geliyor.
IPC’nin
I’mPOSSIBLE programı, engelli bireylerin spora eşit erişimini sağlamaya yönelik global ölçekte bir örnek… 6–18 yaş arası çocuklar için hazırlanan program; beden eğitimi derslerini ve okul aktivitelerini engelli bireylerin ihtiyaçlarına uygun hâle getirerek, katılım eşitliği, toplumsal algı değişimi ve kapsayıcılığı destekliyor. Bugüne kadar 40’tan fazla ülkede uygulanmış; 7.500 öğretmeni ve 400.000’den fazla öğrenciyi kapsıyor. Bu gibi girişimler, sporun yalnızca elit veya sağlıklı bireylerle sınırlı olmadığı; herkes için erişilebilir olabileceği vizyonunu doğruluyor.
Özetle; spor ekosistemi bugün yalnızca rekabetin ve performansın değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir geleceğin güçlü bir bileşeni olarak konumlanıyor. Enerji verimli tesislerden yenilenebilir enerji kullanımına, atık yönetiminden düşük emisyonlu ulaşım çözümlerine kadar pek çok uygulama çevresel sürdürülebilirliğin spor alanlarına nasıl entegre edildiğini gösteriyor. Bununla birlikte spor; kadınların, gençlerin ve engelli bireylerin eşit katılımını destekleyen kapsayıcı programlar sayesinde sosyal sürdürülebilirliğin de önemli bir aracı hâline geliyor. Women Win’in GRLS girişimi ve IPC’nin I’mPOSSIBLE programı gibi küresel uygulamalar, sporun herkes için erişilebilir, güvenli ve güçlendirici bir ortam yaratmadaki rolünü somutlaştırıyor. Böylece spor, hem gezegenin kaynaklarını koruyan hem de toplumun tüm kesimlerine dokunan daha kapsayıcı ve bütüncül bir gelecek inşa edilmesine katkı sağlıyor.