Eko-anksiyeteyi anlamak: Gelecekten korkmak mı yoksa geleceği kurtarmak mı?

Eko-anksiyeteyi anlamak: Gelecekten korkmak mı yoksa geleceği kurtarmak mı?

Eko-anksiyeteyi anlamak: Gelecekten korkmak mı yoksa geleceği kurtarmak mı?

​İklim değişikliğinin çevresel etkileri geniş çapta tartışılıyor ancak uzmanlara göre insan sağlığı üzerindeki etkileri sıklıkla göz ardı ediliyor.
 

​İklim değişikliğinin çevresel etkileri geniş çapta tartışılıyor ancak uzmanlara göre insan sağlığı üzerindeki etkileri sıklıkla göz ardı ediliyor. 2050 yılına gelindiğinde iklim değişikliğinin küresel sağlık sistemleri üzerinde büyük bir baskı oluşturacağı öngörülüyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun uluslararası yönetim danışmanlığı şirketi Oliver Wyman ile iş birliği içinde Ocak 2024’te yayınladığı “İklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki etkisinin ölçülmesi” başlıklı raporunda iklim değişikliğinin 14,5 milyon kişinin ölümüne ve 12,5 trilyon dolarlık ekonomik kayba neden olacağı bilgisi yer alıyor. Bu açıdan bir zamanlar çevresel bir sorun olarak görülen iklim değişikliğinin artık çağımızın en büyük halk sağlığı krizi olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemek mümkün.

Eko-anksiyete nedir?

Amerikan Psikoloji Derneği (APA), eko-anksiyeteyi; yaklaşmakta olan tehlikenin farkındalığından ve bunu hafifletmek için uygun senaryoların veya doğrudan etki edecek eylemin bulunamamasından kaynaklanan “çevresel kıyametin kronik korkusu” olarak tanımlıyor. Dünyanın saygın tıp dergilerinden Lancet’e göre eko- anksiyete; iklim değişikliği ve çevresel riskler kaynaklı olarak kişiyi güçsüz hissettiren şiddetli bir endişeyle karakterize ediliyor ve etkilenenlerde iştahsızlık, uykusuzluk ve panik atak gibi dramatik tepkilere neden olabiliyor.

İklim değişikliğinin sağlıkla ilgili etkileri fiziksel sağlığın ötesine geçiyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 2023 Raporu’na göre aşırı hava olayları, gıda güvensizliği, yer değiştirme, ekonomik kayıplar ve çevresel kaygılar gibi durumlar ciddi psikolojik etkiler yaratıyor. İklim değişikliğinin neden olduğu doğal afetler ve çevresel bozulma sebebiyle insanların evlerini, geçim kaynaklarını kaybetmesi durumu kaygıya, depresyona ve travma sonrası stres bozukluğuna (TSSB) neden olabiliyor. Ayrıca iklim değişikliğinin yarattığı belirsizlik ve varoluşsal tehdit, eko-anksiyete ve çaresizlik gibi duyguları tetikleyebiliyor.

Gençler daha fazla etkileniyor

Eko-anksiyeteden etkilenen insan sayısına ilişkin henüz resmi bir istatistik yok ancak The Lancet Planetary Health’te yayınlanan bir araştırma, 16-25 yaş aralığındaki gençler arasında eko-anksiyetenin ciddi bir sorun haline geldiğine işaret ediyor. Ankete katılanların %85'inin iklim değişikliği ve etkileri konusunda en azından orta düzeyde, yaklaşık %58'inin ise "çok veya aşırı derecede endişeli" olduğu ortaya çıktı. Katılımcıların %38'i iklim değişikliğiyle ilgili duygularının günlük yaşamlarını etkilediğini belirtti.

Batı’nın ötesi için sonuçlar daha kötü

İklim değişikliğinin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini ölçmek oldukça zor. Akıl sağlığı konusundaki damgalama ve sağlık hizmetlerine olan erişim eksikliği gibi faktörler ise bunu daha da zorlaştırıyor. Kenya’da yaşayan Laureen Wamaitha’nın Nature’a verdiği demeç, bu gerçekliği bir kez daha ortaya koyuyor: “Bu büyütülecek bir şey değil, hayatın bir parçası.” Wamaitha, anksiyete ve depresyonun kendi bölgesinde nadiren bir rahatsızlık olarak tanındığını da sözlerine ekliyor.

Araştırmacılara göre eko-anksiyeteyi en çok yaşayanlar kümesini aslında iklim değişikliğine en az katkıda bulunanlar oluşturuyor. İklim değişikliğinin etkileri üzerine yapılan araştırmalar da genellikle ruh sağlığına odaklanmamasına rağmen; önceden kronik sağlık sorunları olan, düşük sosyoekonomik statüye sahip popülasyonların yanı sıra çocuklar, yaşlılar ve bazı azınlık gruplarının daha çok etki altında olduğunu gözler önüne seriyor. Bu gruplar, iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerine karşı en savunmasız grubu oluşturuyor. Bu nedenle, iklim değişikliğinin etkileri ile ilgili zihinsel sağlık sorunları yaşama riskleri daha yüksek görülüyor ve eko-anksiyeteyi yönetmek için gereken finansal ve sosyal dayanıklılığa erişimleri kolay olmayabiliyor.

Eko-anksiyeteyle nasıl başa çıkılır?

Psikoterapist ve yazar Caroline Hickman, “Eko-anksiyeteyle nasıl başa çıkacağımızı tam olarak bilmiyoruz. Bu konuya onlarca yıldır var olan, aşina olduğumuz diğer kaygılar gibi yaklaşmaya çalışmak büyük bir hata” diyor. Hickman’ın araştırmasına göre bu duyguyu hisseden çocuklar ve gençler, arkadaşlarından ve ailelerinden yabancılaşmaya, gelecek hakkında daha olumsuz düşünmeye ve yakınlarının hayatı konusunda endişe duymaya daha yatkınlar.

Hickman; ayrıca eko-anksiyetenin olağan bir sağlık sorunu olarak görülmesi gerektiğini, sağlık hizmetlerinin eko-anksiyete yaşayan kişileri anlamak ve desteklemek için bir planlama yapması gerektiğini söylüyor. Yine uzmanlar, kişilerin iklim değişikliğini önemsedikleri için böyle hissettiklerini kabul etmelerinin, benzer düşüncelere sahip kişilerle bir araya gelerek kolektif eylemler gerçekleştirmelerinin onlara iyi geleceğini ifade ediyor.

UNICEF USA, eko-anksiyetenin bir ilgisizliğe dönüşmesinden duyduğu endişe ve bu durumun da eylem açığını artırmak dışında bir faydasının olmayacağı gerçeğiyle gençleri harekete geçirecek platformlar ve araçlar geliştirerek eko-anksiyeteden eko-optimizme (umutsuz olmak yerine iyimser, gerçekçi olmayı ve direnmeyi tercih etmek) uzanan bir yol yaratmak için çalışıyor.

Daha çok araştırma daha çok eylem

2018–2023 döneminde, dünya çapında “iklim kaygısı” veya “eko-anksiyete” ile ilgili aramalar %4.590 arttı yani yaklaşık 46 kat yükseldi. İklim değişikliğinin sosyal, ekonomik ve çevresel etkileri küresel ölçekte bir psikolojik krizi tetikliyor. Mental sağlık sorunları yaşayan insanların sayısı artmasına rağmen iklimle bağlantılı psikolojik rahatsızlıklar ise kamuoyunda henüz kendine yeni yeni yer buluyor.

İklim değişikliğinin olumsuz psikolojik etkileriyle mücadeledeki ilk adımı elbette ki iklim değişikliğini azaltmaya yönelik çalışmalar yapmak oluşturuyor. Ancak bu noktada alınacak bireysel önlemler kadar özel sektör, hükümet ve ruh sağlığı uzmanları tarafından yürütülecek kolektif eylemlerin de ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Bu farkındalık sayesinde, olumsuz bir algı taşıyan eko-anksiyeteyi olumlu bir aksiyona çevirebilmek mümkün. Böylece eko-anksiyete yaşayanlar, gelecekten korkanlar olmak yerine geleceğin kurtarıcıları olmaya bir adım daha yaklaşmış olacak.

Özetle; iklim değişikliği, yalnızca doğayı değil insan sağlığını da tehdit ediyor. Artan eko-anksiyete, özellikle gençler başta olmak üzere milyonlarca insanın yaşamını etkiliyor. Bu kaygıyı azaltmanın yolu hem bireysel hem de toplumsal ölçekte adım atmak ve iklimle mücadelede ortak sorumluluk üstlenmekten geçiyor.