Gürültüsüz Yaşam Bir Sürdürülebilirlik Pratiği Olabilir mi?

Gürültüsüz Yaşam Bir Sürdürülebilirlik Pratiği Olabilir mi?

Gürültüsüz Yaşam Bir Sürdürülebilirlik Pratiği Olabilir mi?

Sürdürülebilirlik hem insanların hem de doğanın sağlıklı bir şekilde yaşamaya devam edebilmesini sağlamayı amaçlıyor.
 

​Sürdürülebilirlik hem insanların hem de doğanın sağlıklı bir şekilde yaşamaya devam edebilmesini sağlamayı amaçlıyor. Bu nedenle, gürültü kirliliği artık yalnızca rahatsızlık veren bir şehir gerçeği olarak değil, ele alınması gereken ciddi bir sürdürülebilirlik meselesi olarak konumlanıyor. Sessizlik, zihinsel iyilik halini destekleyen, stres düzeylerini düşüren ve ekosistemlerin doğal işleyişini koruyan ve çevresel dengeyi destekleyen temel bir ihtiyaç olarak öne çıkıyor. Çünkü gürültü arttıkça bu denge bozuluyor ve yaşam kalitesi düşüyor.

​ Gürültü, şehir yaşamının en yaygın ve en az fark edilen çevresel kirliliklerinden biri… Trafik seslerinden sürekli çalışan cihazlara, alışveriş merkezlerinden ofis ortamlarına kadar her yerde var. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Avrupa Bölgesi’nde önemli bir çevresel risk faktörü olan gürültünün insan sağlığını da ciddi şekilde etkilediğine dikkat çekiyor. Aşırı gürültü uykuyu bozabiliyor; kardiyovasküler, metabolik, psikofizyolojik ve doğumla ilgili olumsuz sonuçlara yol açabiliyor; bilişsel ve işitsel bozukluklara neden olabiliyor.

​ Avrupa Çevre Ajansı’nın (EEA) “Avrupa'da Çevresel Gürültü 2025” raporuna göre Avrupa’da her beş kişiden en az biri, sağlıklı sınırların üzerindeki gürültüye maruz kalan bölgelerde yaşıyor.Aynı rapora göre yalnızca 2021 yılında, Avrupa’da ulaşım kaynaklı gürültüye uzun süre maruz kalmanın 66.000 erken ölüme, 50.000 yeni kardiyovasküler hastalığa ve 22.000 yeni tip 2 diyabet vakasına yol açtığı tahmin ediliyor. Gürültü kirliliği nedeniyle Avrupa’da 1,3 milyonun üzerinde “sağlıklı yaşam yılının” kaybedildiği belirtiliyor.

​ Tüm bu veriler, sessizliğin yalnızca bireysel huzurla ilgili bir tercih olmadığını ekosistemlerin, şehirlerin ve toplumsal yaşamın sağlıklı işleyişi için somut bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Çevresel Gürültü Kılavuzu, sessiz alanların korunması ve artırılması gerekliliğinin altını çiziyor. Sessiz alanlar, stresi azalttığı, zihinsel yenilenmeyi desteklediği ve iyi olma halini güçlendirdiği için bireysel sağlık açısından önemli bir rol oynuyor. Aynı zamanda bu alanlar, kuşlardan tozlayıcı böceklere kadar birçok canlı türünün doğal yaşamını sürdürmesine imkan tanıdığı için ekosistemlerin daha sağlıklı işlemesine katkı sağlıyor. Bu nedenle şehirlerde sessizliğe yer açmak; daha sağlıklı, dayanıklı ve sürdürülebilir bir toplumsal yaşam modeli anlamına geliyor.

​ Birçok şehir, gürültü kirliliğini azaltmaya yönelik kapsamlı politikalar geliştiriyor. Örneğin; Amsterdam Belediyesi, şehir genelinde “quiet areas / stiltezones” olarak tanımlanan sessiz bölgeleri koruma altına alıyor. Şehrin resmi gürültü haritasında bu alanlar işaretleniyor ve çevresinde gürültü sınır değerleri uygulanıyor. Barcelona’nın dünyaca bilinen “superblock​” modeli, mahalle içi trafik yoğunluğunu azaltarak gürültü seviyelerini düşürüyor. Barcelona Belediyesi’nin resmî açıklamalarına göre bu uygulama; araç geçişini minimuma indiriyor, yaya erişimini artırıyor ve mahallelerde daha sakin, sağlıklı yaşam alanları yaratıyor. Bu örnekler, sessizlik politikalarının artık yalnızca estetik bir tercih değil; kent sağlığı, karbon azaltımı ve toplumsal iyi oluş için stratejik bir sürdürülebilirlik yatırımı olduğunu gösteriyor.

​ Sessizlik aynı zamanda günlük alışkanlıklarla desteklenebilecek bireysel bir sorumluluk alanı. Gürültü seviyesini azaltmaya yönelik küçük tercihler bile hem bireylerin yaşam kalitesini artırıyor hem de çevresel sürdürülebilirliğe katkı sağlıyor. Toplu taşımayı tercih etmek, araç kullanımını azaltmak, ev ve iş yerlerinde düşük gürültülü cihazlar seçmek, apartman ve site yaşamında ses farkındalığına özen göstermek gibi basit adımlar gürültü yükünü azaltmaya yardımcı oluyor. Kamusal alanlarda yüksek ses kullanımından kaçınmak ya da kulaklık sesini makul seviyede tutmak da aynı etkiye sahip.

​ Özetle; gürültü kirliliği, modern şehir yaşamının görünmez ama en etkili çevresel sorunlarından biri. İnsan sağlığını, ekosistemleri ve toplumsal yaşam kalitesini doğrudan etkilediği için artık yalnızca bir rahatsızlık unsuru değil; sürdürülebilirlik politikalarının odağında yer alan bir konu. Sessizlik ise bu dengeyi koruyan, yenilenme kapasitesini destekleyen ve hem bireysel hem toplumsal iyilik halini güçlendiren temel bir kaynak niteliği taşıyor. Bu nedenle sessizliğe alan açmak daha sağlıklı, daha dayanıklı ve daha sürdürülebilir bir geleceğin kapısını aralayan önemli bir adım olarak karşımıza çıkıyor. ​