İç mekân tasarımında doğallığı ve yalınlığı öne çıkaran bir dönüşüm yaşanıyor. “Color capping” olarak anılan bu yaklaşım, duvarları tavana kadar uzanan renk geçişleriyle yeniden tanımlıyor. Klasik boyama anlayışının aksine, tek bir tonu tüm yüzeye uygulamak yerine alt bölümlerde daha doygun, üst kısımlarda ise yumuşayan tonlar tercih ediliyor.
Bu yaklaşımın en bilinen erken örneklerinden biri, Martha Stewart’ın 1990’lardaki evi. Stewart’ın o dönemde yarattığı dengeli renk geçişleri, sade çizgilere sahip ama sıcak bir atmosferin mümkün olduğunu gösteriyordu. Bugünse bu anlayış, modern dokular ve pastel tonlarla yeniden yorumlanıyor.

Trendin özü, renkleri hacim yaratmanın bir aracı haline getirmek. Zeminde yer alan koyu tonlar, yukarı doğru açılarak hem duvarları hem de tavanı daha yüksek hissettiriyor. Gün ışığıyla birlikte bu katmanlı geçişler, mekânın atmosferini sürekli değişen bir resme dönüştürüyor.
“Color capping”, son dönemde iç mekânlarda popülerleşen sade estetik anlayışının en zarif temsilcilerinden biri haline geldi. Gösterişten uzak ama etkili bu uygulama, mekânın ruhunu renklerin ritmiyle anlatıyor. Küçük bir dokunuşla evin havasını tamamen değiştirebilen bir trend. Sessiz, dengeli ve zamansız.
Görseller:
1. Kapak: Image credit: Getty Images / Astrid Stawiarz / Stringer
2. Image credit: Paint & Paper Library